"Vaktin birinde padişahın biri bir rüya görmüş. Rüyada denizin
dibinde geziniyormuş. Uzakta dev bir karaltı fark etmiş. Karaltı
ona seslenmiş;
"Yaklaş ve beni gör. Benim mahiyetimi kavrarsan saadetin en büyüğüne ulaşacaksın." Padişah tam yaklaşmaya karar vermiş ki o anda uyanmış. Uyanınca meraka kapılmış.
"Yaklaş ve beni gör. Benim mahiyetimi kavrarsan saadetin en büyüğüne ulaşacaksın." Padişah tam yaklaşmaya karar vermiş ki o anda uyanmış. Uyanınca meraka kapılmış.
Acaba gerçekten denizin dibinde
böyle bir şey var mıydı?
Bu nasıl bir rüyaydı ve niçin ona yaklaşamamıştı?
Sonunda dalgıçları toplamaya ve bu işin mahiyetini
öğrenmeye karar vermiş. "Kim bana deniz dibinde gördüğüm şeyin resmini çizebilirse ona yeryüzünün en büyük ödülünü
sunacağım" diye ferman çıkarmış ve bunu tellallar aracılığıyla
tüm memlekete duyurmuş.
Dünyanın dört bir yanından dalgıçlar gelmiş. Her gelen dalgıç, verileceği bildirilen ödüllere bir an
önce kavuşmak arzusuyla suya dalarak deniz dibindeki karaltının
neye benzediğini anlamaya çalışmış. Sayısız dalgıç denize dalıp
çıkmış.
Kimisi, "O bir hortumdur" demiş; kimisi, "O bir sütundur" demiş;
kimisi, "O bir kamçıya benziyor" demiş; kimisi, "Yayvan bir et parçasıdır" demiş; kimisi de, "Yan yana iki hançerdir" demiş.
Her dalgıç,
kendi gördüğünün doğru olduğuna yemin ediyormuş. Padişah ise
söylenenlerden bir türlü tatmin olamıyormuş. Çünkü onun gördüğü
karaltı dalgıçların söylediği bütün şekillerinden çok farklıymış.
Sabırla, onun tamamını kavrayacak ve onu olduğu gibi tarif
edecek bir dalgıcın çıkmasını bekliyormuş.
Sayısız dalgıç denizin
dibine dalmış, çıkmış. Hiçbirinin söylediği tam olarak diğeri ile
örtüşmemiş. Sonunda danışmanlarından biri bu parçaları birleştirmeyi akıl etmiş. Bütün parçalar yerli yerine oturtulunca gövdesi,
başı, kuyruğu, hortumu, sütun gibi ayakları ile ortaya bir fil
çıkmış. Danışmanı çizilen resmi padişahın önüne koyunca, padişah
büyük bir heyecanla "Evet işte benim gördüğüm buydu!'
demiş.
Çocuklar:
"Peki, padişah kime ödül vermiş?" diye sorunca yaşlı bilge,
onların gözlerinin içine bakarak, şu cevabı verir:
“Bakın çocuklar, siz de o acemi dalgıçlar gibi tek unsurda kalıyorsunuz.
Bunu aşın. Eşyayı önce bir harf olarak algılayın, sonra
bütüne ulaşın. Eğer 'A' ya 'A' derseniz, o kendisinden başka
bir şey ifade etmez. Ama onu bir harf olarak görürseniz o hem
alfabeyi, hem katibi, hem kendisini göstermiş olur.”
Çocuklar bu yanıt üzerine: "Yani herkese ödül mü verilmiş?" diye sorunca Yaşlı bilge;
"Bundan size ne?" diyerek sözlerine devam etmiş:
"Siz eğer
ödüllere takılış kalırsanız bu hikaye size hiçbir şey anlatmaz.
Şimdi ben size sorayım: Fili sütuna benzeten yalan mı söylemiş
oldu? Yahut 'Fil bir hortumdur' diyen padişahı aldattı mı? Ya onu
hançere benzeten? Hayır, herkes kendi algılama kapasitesince
onu kavrayabildi ve öyle anlattı. Kimse yanlış bir şey söylemedi.
Ama hepsi eksik söyledi. Çoğu doğrular da böyledir. O yüzden size
göre olan, ötekine göre değildir. Eğer doğruları üst üste koyabilir
ve onlardan bütün meydana getirebilirseniz gerçeğe ulaşmış olursunuz. Ama gerçeği asla tam olarak bilemezsiniz. Mutlak ve
sonsuzu ne kadar kavrayabilirsiniz ki?
Tabi böyle olunca sizin doğrularınız size, ötekilerin doğrusu
onlara ait kalır ve herkes kendi doğrusunu daha sevimli bulur.
Herkes kendi doğrusunda ısrar edince de çatışma başlar. İşin özü
budur." der.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder