Hatırlayın...
Bir zamanlar kağıt bardaklardan kuleler yapardık. Sokaklarda gönlümüzce saklambaç, misket, istop, yakartop ve bir sürü başka oyunlar oynardık. Bazen mızıkçılık da yapardık. Derdik ki: "Banane, ben başka oyun oynamak istiyorum!".
Fakat her mızıkçılığımız içinde masumiyet barındırırdı. Oyunun en yenik anında bile gözlerimiz masum bakardı.
Bir de hepimizin ortak huyları vardı. Mesela her zaman, en boş alanlarda bile bir meşguliyet bulurduk. Kağıtlardan kuleler, koltuk minderlerinden minik evler, buğulanan camlara küçücük parmaklarımızla çizdiğimiz çöp adamlarımız...
Araştırmacı bir yönümüz de vardı. Her şeyi çözmeye çalışırdık:
"Anne, kedilerin neden 4 ayakları var?"
"Baba, uçurtmalar nasıl oluyor da bu kadar çok yukarıya çıkıyor?"
Bir de bitmek bilmeyen taleplerimiz vardı. Bitmek bilmeyen derken, çok büyük ve karşılanamaz talepler değil. Kimimiz dondurma isterdik, kimimiz parkta salıncağa binmek...
Sahi, parka her gidişimizde salıncakların dolu olduğunu görünce sıra bekleyeceğimizi anlayıp, sıramızı başkasına kaptırmak istemeyip direğe sıkı sıkı yapışmamızı hatırlıyor musunuz?
Sanki sıra hiç bitmeyecek gibi gelirdi. Ama biz o anda, o salıncağın içinde olmak isterdik. Sallanmak, rüzgarı hissetmek, bir ileri bir geri giderken gülümseyerek el sallamak...
İşte o sırayı her beklediğimizde, sallanmamıza biraz daha az kaldığını düşünürdük. "Birazdan inecek ve ben bineceğim" cümlesini içimizden defalarca tekrarlardık. Bilirdik ki, sıra bize geldiğinde mutluluktan havalara uçacağız! Uçardık da!
Hayat böyle güzelce giderken zamanla farklı şeyler keşfettik!
Hayatımıza Commodore 64, televizyon, telefon, bilgisayar, playstation, cep telefonu, laptop, tablet bilgisayar ve daha niceleri girdi.
Tabi tüm bunlara sahip olabilmek için iyi okullarda okumamız, iyi işlere sahip olmamız, çok kazanmamız gerekiyordu. Tabi bunların hepsi çok harcamak içindi...
İstediğimiz şeyleri elde etmek artık eskisi kadar kolay değildi. Zaten biz de yenilerin cazibesine kapıldıkça eskilerden uzaklaştık.
Önce salıncak sırası azaldı, ardından sıra kalmadı. Geldiğimiz noktada ise, salıncağa binen çocuk sayısı çok az. Fakat istediklerinin peşinde koşarken hep daha yüksek seviyelere çıkma telaşıyla oradan oraya koşuşturan ve çocuksu isteklerini tamamen bir kenara bırakan yetişkinlerin sayısı ise oldukça yüksek.
Neden bu gidişe dur demiyoruz?
Neden içimizdeki çocuğu tekrar canlandırmıyoruz?
Neden misketlerimizi yeniden elimize almıyor, salıncak sırası beklemiyoruz?
Şimdi zamanı durdurma, hayattan beklentileri makul düzeye çekme, top oynama, salıncağa binme ve unuttuğumuz her mutluluğu hatırlama zamanı!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder